Gerçekliğini Yitiren Anlar


Kara çaldığında gök

Bir logar kapağının sesiyle yeşeren umutların bekleyişi başlardı.

Her defasında hüzünle aşınırdı kulakları.

Pencerenin önünde o sesi beklerken çocukluktan saçlarını ağarttı.

Beklemekten sıkıldığı vakit, ona eşlik eden beyaz menekşeyle durmaksızın konuşurdu.

O da soldu, gitti bir vakit sonra.

Derdiyle çok mu bunaltmıştı, gözyaşlarıyla fazla mı sulamıştı?

Neden göçüp gittiğini bilemedi hiçbir zaman.

İçinde durmaksızın konuşan o sesin ilk dışavuruma yeltenmesiyle bir canlının katline sebep olmuştu.

Ve sustu tamamen ve yazdı yalnızca.

Kendine dahi afili cümlelere bulayıp sansürledi söyleyeceklerini.

Tuzlu reçeller yedi çocukluğu boyunca

ve tadı damağından bir an olsun gitmedi.

Bir annenin emek emek dizdiği reçel kavanozlarından gözyaşları yutkundu yıllarca.

Kaşıklardı umutsuzluğun yumuşacık kıvamını.

Nasırlı ellerinden öperdi onun, fikrince iyileşirdi.

Emek izleriydi onlar.

Nasırlı kalbinden öpemezdi ama, ayan beyan gösterilen merhamete ve sevgiye direnç gösterirdi.

Acının izleriydi onlar.

Tek isteği gazete hışırtılarının Pazar kahvaltılarına hükmettiği şenlikli sabahlardı.

-

Ağlayarak bakardı bana önceleri

Çığlıklarını yutkunurdum, yutkunamazdım.

Boğazımda bir yumruydu onun varlığı.

Kısacık saçlarını yolar avcuma bırakırdı, toprağa gömerdim onları.

Devasa bir çınar acı ile filizlenirdi, her bir telinden dalları yükselirdi göğe.

Göğü delerdi, kalbimi delerdi.

Ne zaman gözlerimi kapasam odanın o köşesinde

Süklüm püklüm otururdu lakin öfke saçardı bakışları

Banaydı tüm öfkesi, onu o hale getiren ben değildim.

Onu o halde bırakan bendim.

Ufacık bedeniyle dağ olurdu karşımda, ürperirdim.

Fakat onu en çok ben severdim ve en çok ben korkardım ondan.

İnsan en çok kendine acımasız, kendine korkak, kendine ihmalkâr.

Sonra sonra yeşerdi, yolunmuş onca acıdan kalan boşluklar. 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ruh

Keder Kalıntısı