Sessizliğe Güzelleme


Mutluluk elde edilebilir bir şey mi Feridun ? Yoksa arasam her yeri karış karış bulabilir miyim derinliklerde bir yerlerde? İçimdeki tatminsizlik peki, beni böylesi arsız kılan geçer mi dersin ? peki şu yaşam illetinin içinde bitmek bilmeyen hırsım, beni böyle heba eden, o geçer mi ? Bir o kadar vurdumduymaz oluşum, kâle almayışım bunca şeyi ve iki zıtlık arasında kalan bir ben öylesine debelenen, bunun bir sonu var mı ? Plath'in dediği gibi kurşun geçirmez bir kızım. Lakin biliyorum, bir gün infilak edeceğim zihnimin kasıtlı eylemleriyle .Sadece  kavramak, algılamak istiyorum kafamın içindeki bu zıtlıkların, soruların cevaplarını ve bir o kadar da ifade edebilmek bunları. Karasu'nun dediğine bakılırsa, anladığının bütün ağırlığını beyninde duymak, ellerinde, kollarında, damarlarında duymaktır kavramak. Ben bir tüy kadar hafifim ve ifade etmek bazı şeyleri sınırlar çiziyor insanın kelâmına. Sana aklımın, zihnimin köşesinde savrulup duran birkaç resimden bahsetmek isterim Feridun. Gördüğüm, Aruoba'nın öyle özenle tasvir ettiği devasa çınarlar. Doğançay'ın Çınarları. Öyle heybetli, öyle kök salmışlardı ki toprağa, 'siz de kim oluyorsunuz' der gibi duruyorlardı insanlara karşı. Onlar yıllardır vardı burada, bizler gelip geçiyorduk ve ne öyle kök salacak kadar kalıcıydık yeryüzünde ne de zamanın verdiği onca yorgunluğa rağmen öylesine dimdik duracak kadar güçlü. Her gün onlarca tren gelip geçerdi oradan, ne kavuşmalara, vedalara tanık oldu o çınarlar ve sadece sessizce seyrettiler bizi. Telaşemize güldüler. Yavanlığımıza içlerinden sövdüler.  Onlarda biliyorlardı ki, insanoğlu bu dünyanın irinleşmiş yanıydı. Ve öyle gürültülüydülerki , hadsiz bir şekilde kendilerini belli etmek istercesine. Oysa sessizlik tıpkı çınarların üstünde durduğu gibi insanlarında hem en yalın hem en afili hali gibi görünmez mi ? Öyle ki , zamanın getirisi olan tecrübelerime baktığımda görüyorum ki, ben de ifade edemiyordum kendimi, öyle çok sessiz kalıyordum ki ve inanır mısın konuşurken çoğunlukla onları dinlemiyordum bile ve biliyordum kelimelerin nasıl da nankör olduğunu. Nasıl da sığ bir şekilde tasvir ettiklerini bizleri. İnsan nasıl ifade ederdi kendini fırça darbeleriyle veyahut bir enstrümanın dile gelişiyle. Yinede yetersizdi insanı anlatmaya hepsi bir araya  gelse dahi. Soyut bir şey somuta döküldüğü an sınırlanırdı. İnsanoğlunun neredeyse her eylemi kendini ifade etmenin bir çırpınışıydı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ruh

Ölü Yaprak Övüncesi