Çırpınış

 




Kendimi unutacak kadar yoruyorum kendimi. Sanki o kafayı beraberimde taşımıyorum diyecek kadar unutuyorum.
Zaten sıyrılmışım kendimden, bir yabancıyı uzaktan seyreder gibi seyrediyorum. Koşuşturmacama da bakma, bunlar boğulmadan önceki çırpınışları bir insanın. Uzun zamandır süregelen bir çırpınış, yaşamın özüne oturmuş bir çırpınış.
Çığlık dahi atamıyorum, sesim kesik. Henüz ölmediğimin farkındayım, oysaki ne âlâ bir kurtuluş olurdu. Ben ise soğuğum sadece, ellerimde ve tenimde ölüm soğukluğu var. Canlılığı yitirmek işte, buz kesiyor insanı. Sadece fiziki olsa göz ardı edilebilirdi, lakin çok kıskanıyorum ahh.. O kadar kıskanıyorum ki, insanlar nasıl hissediyor, diyorum. Nasıl duygu besliyorlar? 
İçimdeki o irinleşmiş parça bir gün varlığının farkına varır mı? 
Onlar ise hissediyorlar ki tadına varıyorlar yaşamın.
 Peki, ben sevebilir miyim yaşamayı ve aldığım soluğun bana verilen bir nimet olduğunu düşünebilir miyim ? Oysaki ne büyük ızdırap benim için. Durmaksızın süregelen bu hoşnutsuz ruhun bir sonu var mı ? Kafamı koparsalar içinden infilak eden çığlıkları her biri duyabilirdi. 
Yine dolanır tekinsiz bir hiçlik boynuma,
Ne öldürür, ne yaşatır
arada ne varsa ben oradayım işte.
Zaman acıyla kıvranıyor sanki karşımda , yazgım Sisifos’un kaderinden farksız, sanırsın. 
Durmuyorum yine lafazanlık ediyorum işte, bu laflar sadece kendime.
Anlat dese biri, ketumlaşır kelimeler,
sahi neyi anlatacağım ki ve buna ne gerek var ki ?
Acılar tekerrür ede ede dile gelince üstüne yapışıyor iyice, bir bakıyorsun sahipleniyorsun sana acı vereni.
Üstelik karşıdaki de anlamıyor ki seni. Biliyorum, insan insanı anlamayı bıraktı. İnsan, insanı anlayamadı. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ruh

Ölü Yaprak Övüncesi

Sessizliğe Güzelleme